Yahu bu oyunları kim isimlendiriyorsa helal olsun. The Story of Alexander… daha adıyla ağırlığını koyuyor. Açıyorsun ekranı, karşına çıkan o tarih kokusu… sanki müze değil, bizzat savaş alanı.
Büyük İskender demişler ama bu sefer kılıçla değil, sembollerle savaşıyor. Sen de onun yanında. Bir spin atıyorsun, hop kalkan, hop miğfer… derken kazanç geliyor. “Ben bu hikâyenin başrolüyüm” diyorsun içinden.
Antik Zaferler, Modern Kazançlar
Oyun eski zamanları anlatıyor gibi ama kazanç kısmı bugünün işi. Makaralar dönüyor, tarih yazılıyor. Arada bir İskender çıkıyor, o zaman anlıyorsun ki işler ciddiye bindi.
Sembol çeşitliliği sağlam. Kılıç, kalkan, at… ama esas olay scatter. O üç tanesi denk geldi mi, geçmiş olsun. Free spin moduna geçiyorsun ve o mod, işte tam bir zafer havası.
Slotter sağ olsun, oyunu şıkır şıkır oynuyorsun. Takılma yok, kasma yok. Açıyorsun, oynuyorsun, kazanıyorsun. Antik dönem teknolojisi değil, modern konfor. Arada bir “İskender bunu görseydi ağlardı” diyorsun.
Kahramanlar Gibi Çarpanlar
Oyun bir yerden sonra seni içine çekiyor. “Ben bu hikâyenin neresindeyim?” diyorsun. Ama sonra o çarpanlar patladığında… “Tam merkezindeyim be!” diyorsun.
Öyle 5x, 10x ile sınırlı değil. Bi’ geliyor 25x, 50x… ekran bir aydınlanıyor. Sanki İskender Asya seferine çıkmış, sen de yanında ganimet topluyorsun.
Slotter’daki akıcılık olmasa bu keyif yarıda kalırdı. Ama yok, ne zaman girsen aynı performans. Tarihi yazmak kolay değil ama burada mümkün.
Hikâyeni Sen Yazarsın
Bazı oyunlar vardır, sadece döndürürsün. Ama The Story of Alexander… başka. Kendini bir hikâyenin parçası gibi hissediyorsun.
O kazanç geldiğinde mutlu oluyorsun ama en çok da oyunun o havası var ya… o sarıyor. Çünkü burada sadece para değil mesele, biraz da gurur, biraz da zafer.
Slotter’la bu oyunu oynamak, ekranda tarih yazmak gibi. Belki de senin hikâyen de buradan başlar. Çünkü her spinde yeni bir sayfa açılır. Ve o sayfayı doldurmak… senin elinde.